Masada üç kişi vardı. üçü de sarhoştu ve birbirlerini iki görüyorlardı. barın içinde uğultuya dönüşmüş kelimeler sahnedeki grubun gitar ve bateri seslerine karışıyordu.
bar ses yalıtımlıydı. desibel ve polis korkusu yoktu yani barın asla içki içmeyen sahibinin. sadece olay çıkmasın diye geçirirdi içinden. nefret ederdi mekanında kavga eden insanlardan. haklı, haksız fark etmeden hepsini öldürmek için derin bir istek duyardı içinde. bu nedenle izbandutsal garsonlar alırdı işe. garsonluktan başka badigartlık görevlerinin olduğunu bilmeyen "badigartsonlar" asgari ücretle keklendikleri fark etmeden rakı enjekte ediyorlardı masalara. bar bir cumartesi akşamına yakışacak doluluktaydı.
ali: len bu baterinin notaları var mıdır?
emin: ya manyak mısın bu saatten sonra bu durumu baz alırsak benim bile notalarım var. bak ellerimden zemine düşüyorlar. intihara meyilli lan bu notalar.
koray: garson rakı şişesi getir! hatta sen bir kasa rakı getir biz içinden seçelim. vardır her halde baterinin notası motası, ne bileyim ya. lan oğlum hiç sallamasanız bile sevgilimden ayrıldım ben. nota tespiti için mi geldik buraya. unutmam lazım her şeyi aha şu kapıdan çıktığımda. ya alkol koması ya istiklal!
"saçın yüzüne perde
yüreğim düştü derde
ayak üstü duramam
seni gördüğüm yerde
nesine yar nesine
ölürüm ben sesine
bir daha değerse eğer
nefesim nefesine"
ali: yahu sana kız mı yok! ne takıyorsun bu kadar, manyak adam.
koray: hah işte tam olarak bu noktada bu lafı söylemen için getirdim seni buraya. bana kız mı yok? var mı? nerde?
ali: ne bileyim nerde? ara bul.
koray: söylemeyi biliyorsun ama. sen bulsana. oh paşamın tuzu kuru nasılsa. bir sevgiliden ayrılırsa diğerine uçuyor. hayat ne güzel di mi? ali efendi hazretleri, çok sayın paşazadem. hem artık benim aşkın gibi birini bulma ihtimalim sıfır. kıza otogarda aşık oldum ben oğlum. kaç kişi otogarda aşk başlatır ki. millet gözyaşları içinde otobüslere el sallarken ben aşkın ile tanışıyor, tanışır tanışmaz aşık oluyordum. inekler.
emin: harbiden ya. otogarda aşk başladığında hiç görmemiştim. bir keresinde aşkın'da anlatmıştı bana. seni görür görmez vurulmuş. bayılmış herkesin ayrılık üzüntüsü ile çıktığı kapıdan seninle mutlu ve mesut bir şekilde çıkmaya. anlatmayacak mısın neden ayrıldınız?
koray: çünkü ben bahçıvanım biberim yok, dalyarağım haberim yok güzel kardeşim.
ali: ya bırak. takma kafana. daha güzellerini bulursun.
emin: ali ateşe körükle gidiyorsun.
koray: bırak emin bırak. ne anlar bu aşktan.
ali: aşkın kitabını yazdım ben.
koray: becerdiğin kızların çetelesini tutmak aşk kitabı mı oluyor?
ali: kaç sayfa biliyor musun sen o kitap?
emin: hahahahaha tuğla gibi valla ben gördüm. neyse anlat bakalım neden ayrıldınız?
koray: gülerseniz külahları değişiriz ama.
ali: ben gülerim.
emin: tamam ben gülmeyeceğim söz.
ali: ben emin'in yerine de gülerim.
emin: çenenin bağına kaktırayım senin. la bi sus.
koray garsonun getirdiği rakı şişesini servis yapmasına izin vermeden elinden aldı. kibarca garsona teşekkür edip yolladı. tek tek kadehlere rakı, su ve buz seremonisini çalmaya başladı. bir yandan da konuşuyordu.
koray: ben hayatım boyunca tüm ayrılıklarımda son sözü söyleme başarısına erişemedim. ya telefonda kavga ettik, birbirimizin surarına çarptık avizeleri.
ali: avize değil. ahize, ahize.
koray: ya havle avize kuvvete. sinirlenmeyeceğim, sinirlenmeyeceğim. neyse, ne diyordum amına goyim ya. hah ayrıldığım bütün sevgililerimle ya telefonları çarptık suratımıza yada köşe başlarında bitirip farklı istikametlere yöneldik. lakin bu böyle olmamalıydı. hep son bir söz oturtmak ve ayrıldığım "eski" mertebesine ulaşmış kadına sırtımı dönüp gitmek istedim. avucunda ellerini yakan benim son sözüm ve gözlerinde harikulade bir sırt manzarası ile kalakalsın diye hayal ettim. evine döndüğünde benim geçirdiğim son söz yüzünden uyuyamasın, boğazına takılan ucu kırtıllı ekmek parçası gibi kalsın. o yutmaya çalıştığında boğazını parçalasın ama öyle bir oturtmuş olayım ki yutamasın istedim. oysa olmadı hiç. her ayrılığımın gecesinde yatağıma yatıp ayrıldığımız anı bir film gibi kurgularken buldum kendimi. bu filmde güzel bir şekilde lafı gediğine oturtabiliyordum oysa. hep kendi kendime söz verdim; bundan sonraki yeni sevgiliye ayrılık anında lafı geçirebileceğim, diye. ve yeni sevgili hayatıma girdiğinde gizliden gizliye ayrılık anında ona nasıl o son sözü söyleyeceğimi hesapladığım bile oluyordu. ilişki sırasında bana verdiği kozları, yaptığı saçmalıların hepsini o son güne saklıyordum ve bunlardan oluşturduklarımı kallavi şekilde bir tek cümlelik kokteyl yapıp pat diye suratına yapıştırabileceğimi hayal ediyordum. gel gör ki ayrılık günü çattığında yine dilime kilit vuruluyor ve o istediğim yarayı açacak son sözü söyleyemiyordum. bir gün, ayrılırken son sözü koyabildiğim kadına aşık olabileceğimi düşünüyordum.
ali: manyak lan bu. oğlum çocukluğuna inelim istersen vardır bunun bir nedeni.
emin: harbiden delice ha. aşkın'la ayrılmanıza nasıl etkisi oldu bunun peki. ben anlamadım valla.
koray: orası bombok işte. aşkın'la ilişkim boyunca bunların tek birini bile düşünmedim. tamam dedim, doğru kadın. bırak son sözü geçirmeyi, aklıma bile gelmesi durumunda kıyamıyordum aşkın'a. ve ta ta ta tam. aşkın bana geldi. medenice ayrılmamız gerektiğini, başkasınından hoşlandığını ve bunu söylemenin bile, bana ne kadar değer verdiğini gösterdiğini falan söyledi. siktir olup gitti. ve ben bakırköy'ün ortasında öylece kalakaldım. eve döndüğümde aşkın'a o son anda koyabileceğim sözler kafamın üzerinde dans ediyordu. benimle alay ediyorlardı sanki.
ali: hassiktir başkası varmış ha!
emin: hee.. öyle dedi demek..
koray: nasıl koyamadım son sözü lan. nasıl? benim derdim aşk acısı değil. demek ki değmezmiş der kurtulurum. ama hayalimdeki o son sözü söyleyebileceğim yegane imkanı vermişti bana aşkın..
bir süre sessiz oturdular. koray durmadan önündeki yarı dolu rakı kadeğine bakıyor, tabağındaki peynir parçası ile oynuyordu. ali ve emin koray'ın anlattıklarını düşünüyorlardı. emin çaktırmadan ali'yi espiri yapmaması için uyarmıştı.
ali: biz erkekler neden böyleyiz?
koray: neyleyiz?
ali: oğlum ben hiç sevgilisinden ayrıldıktan sonra arkadaşlarıyla içmeye giden sonrada barda zom olan kız görmedim. şu muhabbete bak. dokunsam zırlayacaksın. kadınlar yapmıyor böyle şeyler.
emin: onların görevi yapmak değil, yaptırmak. misyonları bu. bak şu masalara, ali'nin dediği formatta hatun var mı? yok. neden? o durumdakiler şu an evlerinde en iyi ihtimalle ayrıldıkları aşklarını düşünerek muhteşem yüzyıl falan izliyor. kötü ihtimali söylemiyim kardeşimin canı sıkılır.
koray: neymiş kötü ihtimal.
emin: alıştıra alıştıra söylemek gerekirse hani mankenler diyor ya; kalbim boş, yeni aşklara yelken açtım. o işte. alıştın mı?
koray: ulan yelkeni mi kalmış? ben boynuz yedim diyorum. boynuz.
ali: bak şu masada bi kız var tam hüzün kuşu işte. tut bobi, yakala oğlum.
koray: nerde?
emin: nerde?
kız elindeki kırmızı şaraba doymuş kadehi yavaşça çeviriyordu. "bir sonraki şarkı cehennemin dibine gitsin", diye geçti içinden ve yine içinden güldü düşündüklerine. gözleri dahil yüzünün hiç bir parçası bu gülümsemeye eşlik etmedi. içinde saklandı gülümsemesi. kadehi bir dikişte bitirdi. şarap içini burktu, ürperdi. garsona döndü. garson başka bir masayla ilgileniyordu. bu ilgi ve alakanın bitmesini bekledi. fakat garsonun masa ile olan münasebeti bitmek bilmedi bir türlü. garson masadan başını kaldırdığında elini sallayan kızı görmedi. hayatında en nefret ettiği şeylerden biriydi garson bakışlarını yakalamaya çalışmak. sonunda başka bir garson fark etti kızın bu beyhude çırpınışını. fark edilmenin verdiği rahatlamayla boş kadehi gösterdi, baş parmağını kaldırarak; bir tane daha, işareti yaptı. önüne döndü. çantasından sigara paketini çıkarttı, içinden bir tane aldı ve yaktı. yanan sigara kızdan intikam alırcasına dumanını kızın gözüne soktu, sol gözü sulanıp yanmaya başladı, sinirlendi. "bıktım be, hay barına da, sigarasına da", diye küfür etmeye başladı. sanki koptuğunu noktaydı bu. aldatılmış olmak, okulda başarısız bir dönem geçirmek, bir kaç yıl önce planladığı hiçbir şeyi yapamamış olmak, hepsi sigaranın sinsice gözüne saldırmasını beklemişlerdi şimdi. hem ağlamaktan utandığı için iyi bir sebep olmuştu bu. birkaç damla göz yaşı döktü, suçu ve küfürleri sigaraya atarak.
ali: manyak lan bu kendine kendine konuşuyor.
koray: manyak munyak emin'in tezini çürüttü ya. neymiş kızlarda barda efkar dağıtırmış.
emin: manyaklar sayılmaz. yeşil tuttum cenne şanühü.
ali: koray al buldum işte sana kız.
koray: ya bi siktir git, böle mi olur?
ali: ya nasıl olur? ne yapacaktık başka. paketleyip eve servis sevgilimi istiyorsun. git yanına konuş işte oğlum. sen kısa saçlıları sevmez miydin, al işte. güzel de kızcağız. sor bakalım o da terkedilengillerdenmiymiş?
koray: ya var ya, en gıcık kaptığım şey. asla yapamam. hem ben buraya alkolün vokalinde acı çekmeye geldim, unutmak yalan. hem ne arıyor bu saatte barda kız başına? ben bu günden sonra ciddi ilişki düşünmekteyim. bu kız kendi kendine konuşan bir manyak çok gayri ciddi yani.
emin: sende boynuzlanmışsın o sana bir şey diyor mu?
koray: şereffsiizzz!!!
emin: hehehehe..
ali: bak kalkıp gidecek şimdi. git işte, konuş, yap bir şeyler. en kötü ihtimal hayır der, sende onu bir daha görmezsin. dönersin masaya, sırtını ona çevirip oturur, soz sözü söyleyemediğine yanmaya devam edersin. hem bak bu kız tam son söz söylenecek bir tip. kaçırma.
koray: tamam, tamam yeter ki sus.
kız cebindeki parayla şarap kadehlerinin matematiksel hesabını yapmaya çalışıyordu. üç kadeh daha içebilirdi. kalanı taksi parasına anca yeterdi. saatine baktı, gece yarısını on dakika geçtiğini gördü. hatıralar akrep ile yelkovan arasında gezinirken, saati o adinin armağan ettiğini hatırladı. sonra saatin camında o adinin suratı belirdi. o suratta adi gözlerini, gözlerinde adi yalanını, yalanında diğer kadının yüzünü gördü sırasıyla. midesi bulandı. kaltak, dedi.
şarap, diye düşündü, şaraptan olmalı. saati kolundan sıyırdı. masanın ayakları dibine bıraktı. gözleri doldu. dumandan diye düşündü, dumandan olmalı. sahnedeki grup kısa bir ara verdiğini beyan etti bar ahalisine. aynı anda eski bir rod stewart şarkısı masaların arasına yayıldı. kızın ayakları dibine kadar geldi. saate çarptı ve korkarak kaçtı şarkı. kız zamandan diye düşündü. kesin zaman korkutmuştur şarkıyı. benim yalnızlığımla alakası yok, olamaz. şarkılar zamana yenilir. korkarlar bu yüzden. kesin yani. öyle olmalı.
kız masasına doğru gelen adamı fark etmedi. adam iki masa arasındaki doğrunun yarısına gelene kadar kendinden emin adımlarla yürüyordu. fakat ikinci yarıya geçtiğinde geri dönmeyi düşündü.
"şimdi bu kızla tut ki bir şeyler oldu. ya bu da takarsa boynuzu, ya buna da son sözü söyleyemezsem ve sırt izleyen enayi yine yeni yeniden ben olursam. bok olur, aynı taşa iki kere takılmam ben. nah takılmam. taşlara takılmaktan düz yolu unuttum lan. ulan geri dönsek elemanlar iyice kafa bulacak. niye çıktım ki rakımın kıta sahanlığından. hadi bismillah..."
-merhaba.
kız irkildi. korkmuş gözlerle başında dikilen adama baktı bir saniyeliğine. kendini toparlaması uzun sürmedi.
-ne istiyorsunuz?
"seni... o kadar yalnızım ki. yanına otursam, sadece yanına. sadece konuşsak. sinemadan mesela, boktan filmleri eleştirsek, iyilerinden sahneleri anlatsak birbirimize ama eski sevgili ile hatırası olanlardan uzak dursak. yeni filmler bulsak kendimize. bizim kelimelerimiz gibi vizyona yeni girmiş olsa onlar. sadece senin ve benim."
-bir şey istemiyorum, dedi koray. sadece merhaba demek için geldim ve gidiyorum.
"böylece masama ve rakıma geri dönüp emin ve ali'nin "ne dedi?" sorularına 'siktir git' veya 'eşeğin siki' dedi diyebileceğim."
kız şaşırdı. nereden geldiği belli olmayan bu kumral adamın gitmesini istemedi bir an. başka bir zaman asla söylemeyeceği iki kelime pat diye düştü ağzından koray'nın önüne.
-lütfen oturun.
bu sefer koray şaşırdı. tam arkasını dönüyordu. yanlış anladığını düşündü. bu düşünceyi başından savdı. oturdu.
koray bir bakışta garsonu yakalayıp rakı söyledi. kız, bu nereden geldiği ve neidüğü belirsiz adamın garsonu şıp diye yakalamasından etkilendi. gitar ve bateriden oluşan grup tekrar sahne alana kadar konuşmadılar.grup milattan önceden kalan bir şarkı söylemeye başladı sonra. kız şarap kadehine bakıyor, koray rakısını yudumluyordu. ikisi de yeterli miktarda sarhoştu fakat bunun kendilerine yetmediğini düşünüyorlardı.
-neden geldin? dedi kız. ilk lafa başlayan olmanın verdiği rahatsızlıkla.
-terk edildim, dedi koray.
-üzüldüm, dedi kız kırılgan bir ses tonuyla. gerçekten üzülmüştü.
-yalan söyledim. terk edilmedim... aldatıldım, diye yapıştırdı koray. sanki aldatılmak bir suçtu ve bunu itiraf ediyordu. üstelik aşkın'ın onu aldattığını daha ispatlayabilmiş bile değildi.
-çok üzüldüm, dedi kız. bu sefer yalan söylüyordu. üzülmemişti, kendisi gibi birini bulmanın rastlantısallığına.
"bence yalan söylüyorsun. üzülmedin. sende benim gibisin. sevgiliyi etkilemek için odanın duvarına posterler yapıştırıyor, kitaplarının arasına hüzünlü notlar yazıyorsun. sevgilin şans eseri(!) bu notları görüp etkilenince zafer kazanmışlığını saklayarak boynunu büküyorsun mahzun, mahzun. terk edilince veya aldatılınca ise kadehlere sığınırız. aynıyız seninle. kendimiz gibi birini bulunca üzülmeyiz biz."
-ne düşünüyorsun, dedi kız?
-hayatın boyunca bu soruya 'hiçbir şey' cevabını vermek istedim. hiçbir şey düşünmemek ne kadar harika olurdu di mi?
-haklısın.
koray rakısından ağız dolusu bir yudum aldı. kızın gözlerinin içine baktı.
-sevgiline verdiğin kitapların arasına küçük notlar yazar mısın? dedi.
kızın yüzü önüne düştü. sevgilisi daha yeni, eski sevgili pozisyonuna düşmüştü. bunun sancıları için buradaydı zaten. aklına kitap aralarına yazdığı küçük notlar geldi.
-bu kötü bir şey mi?
gülümsedi koray. ne kastetmek istediği anlamıştı kız.
-sana ne oldu? neden sarhoşsun? dedi koray.
-terk edildim.
-aldatıldın yani, dedi gizli bir sevinçle.
-kesinlikle.
"ilk kez gülümsedin. gözlerin ilk kez parladı. bunun sebebi aldatılmış olmamız mı? eğer aldatılmasaydık, sevgililerimiz başkalarıyla sevişmemiş olsaydı sen şu an gülümsemiyor olacaktın. vay be hayata bak."
koray, emin ve ali'yi unuttu, kız da masanın dibinde şarkıları kovalayan saatini. zamanı silerek durmadan konuştular, kelimeleri bateristin olmayan notalarına karıştı. bar sahibi hiç içki içmedi, badigartsonlar zam istemedi. barda sevgilerini aldatan başka insanların olduğu gerçeğini hiç biri düşünmedi. koray kızın ismini sormadı, kız ismini söylemek istediğini hissettirmedi. alkolün vokal yaptığı bir cumartesi gecesiydi sadece. gitarist söyleyecekleri son şarkıyı anons ederken koray ve kız dışarı çıkmış, barın kapısında dikiliyordu. kar yağmaya başlamıştı. bahardaki polenler gibi uçuşuyordu kar taneleri. kız daha adını bile bilmeyen adama baktı, gülümsedi. gözleri dahil yüzünün tüm hatları eşlik etti bu gülümsemeye.
-üşüdün mü? dedi koray koruyucu bir ses tonuyla.
-hayır üşümedim. biliyor musun bu gün benim doğum günüm ve sen bana doğum günü hediyesi olmalısın..
koray kızın elini tuttu. kız koray'ın parmaklarına parmaklarını doladı. barda son şarkı çalıyordu...
"bir ben miyim bu kadar az
bu yoksulluktur
ne haram yedim ne eğildim
bu yalnızlıktır
ya çok sevdim unutuldum
ya birinde çok şey buldum
bir gecede aşka durdum
ağlama gönlüm
gönlüm ağlama
insan diyorlar aslıma
aslımız topraktır
bu gönül bir aşktan anlar
ömrüm bir seraptır
ne doğruyum ne de eğri
yaşadiğım nerden belli
bu garipliğim az şey mi
ağlama gönlüm
gönlüm ağlama"
emin: oha gitmişler ya bunlar.
ali: görmedin mi? az önce kalktılar. hesabı da bizim mal ödedi.
emin: hacı ben sana bir şey diyeceğim ama nasıl desem bilmiyorum.
ali: paran yok di mi? bana kitlicen sen de hesabı. ben geceyi geçireceğim bırak geceyi direk geçireceğim hatundan başkasının hesabını ödemem aga. git bulaşık yıka.
emin: aşkın'ın yeni sevgilisi benim. koray'ı benimle aldatıyor.
ali : ... ne?.. senin ben cibilliyetini sikeyim orospu çocuğu!!!
bar sahibi: laaaan.. mustafa laaaan!!! atın şu pezevenkleri dışarı. ulan yine kavga çıktı amına koyayim ya. siktiniz lan barımı. bir cumartesi kavga çıkmasın. mustafa!!... durun lan.. atmayın lan. alın şunları arkaya bağlayın piçleri geliyorum ben!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder